27 Aralık 2014 Cumartesi

Yaşam size verilmiş boş bir filmdir...


"Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın." Ara Güler 

Birkaç güne kadar bir filmi daha bitirip yepyeni bir film koyacağız hayatımıza. Bakalım hayatın hangi güzel yansımaları olacak kadrajımıza. Ancak dikkat; kadrajımıza yansıyan o güzel AN'ları yakalayabilmek için makinamızın açık olması gerekir. Yüreğinizi, aklınızı ve ruhunuzu açın yeni yıla, bakın bakalım o neler taşıyacak sizin hayatınıza...

Ve unutmayın; yeni yıl her ne kadar takvim yapraklarında girilen bir zaman gibi gözükse de, yeni bir yıl, yeni başlangıçlar, yeni umutlar aslında hep bizim zihnimizde ve yüreğimizde başlar. Biz o başlangıcı kendimizde yapmadıkça, o kararı verip adım atmadıkça, yüreğinizde tertemiz bir sayfa açmadıkca  sayıların dışında pek de değişen bir şey yoktur aslında.

Ve bir takvimi bitirip, yenisine geçmeye çok yaklaştığımız şu günlerde sizler bu değişimi siz kendinizde yapmaya hazır mısınız?

Evet diyenler; yeni yılınızı içtenlikle kutluyor, yepyeni serüvenlerde yolunuz hep açık olsun. Hayır diyenler; sizlerle Marlynn Longston şu güzel sözünü paylaşmak istiyorum; "Hayatınız kötü bir yola girmişse, istediğiniz yöne gitmiyorsa unutmayın; direksiyondaki sizsiniz!"

25 Aralık 2014 Perşembe

Zihniniz acımasız bir efendi mi, yoksa sadık bir köle mi?


Ünlü okçu, bölgenin okçuluk yarışmasını kazandıktan sonra, okçulukda çok iyi olduğu konusunda methini duyduğu Zen ustasına gider. "Bu şehrin en iyisi senmişsin, öyle dediler. Ve iyi bir okçu olmak için manastıra girmişsin. Ben bu bölgenin şampiyonuyum ama ne manastıra girdim, ne de eğitim aldım ve yine de bölgedeki en iyi okçusu olmayı başardım. Merak ediyorum; atış yapmayı öğrenmek için rahip olman gerekli miydi?"
“Hayır” diye cevaplar rahip.

Cevaptan tatmin olmayan genç okçu, okunu yaya yerleştirip uzaktaki bir kiraz ağacının üstündeki kirazı hedef alır ve tek atışta oku ile kirazı daldan aşağıya indirir. Gururla Zen ustasına döner ve gülümseyerek, “kendini yalnızca tekniğe adasaydın zamandan kazanmış olurdun,  mesela şu yaptığımı yapabileceğini hiç zannetmiyorum” der, kiraz ağacını göstererek.

Zen rahip sessizce yayını alır ve yakındaki bir dağa doğru yavaş yavaş yürür. Yolda çürümüş ipleri olan eski bir köprüyle geçilebilen bir uçurum vardır. Zen ustası bu eski köprünün ortasına gider, yayını alır ve okunu yerleştirerek uçurumun uzak bölümündeki ağaca nişanlar ve hedefi vurur.

Okçunun yanına geri döner ve “şimdi sıra senin” der.

Ünlü okçu köprünün yanına geldiğinde çürümüş iplerin kopmasından ve uçurumdan aşağıya düşmekten korkar. Uçurumdan aşağı dehşet içerisinde bakar ve o tedirginlikle  yayını gerer, okunu atar. Ancak oku değil hedefi vurmayı, hedeften çok uzağına düşer.

"Şimdi sorunu tekrar yanıtlıyorum" der Zen ustası okçuya. "Hayır, manastıra girmem gerekli değildi ama zihne hükmedebilme disiplini çok değerliydi.  Sen elindeki ok ile çalışarak büyük bir yetenek sergileyebilirsin, ancak oku kullanan zihnine hükmedemezsen çok da fazla ileri gidemezsin..."

İnsanın geliştirebileceği en büyük beceri ve başarı kendini tanıyarak zihnine hükmedebilmesidir. "Nasıl yani! Ben zaten zihnime hükmediyorum" diyorsanız, haydi gelin bir hatırlayın; Kaç kez bir sınav veya bir konuşma öncesinde heyecandan veya korkularınızdan düşünemez, konuşamaz hale geldiniz? Ya da gün içinde yaşadığınız bir sorun ile günlerce kafanızda mücadele edip durdunuz, ne tatilinizin, ne sevdiklerinizle birlikte olmanın keyfini çıkarabildiniz? Ya peki zihninizin ısrarla size taşıdığı güvensizliklerden kaç kere geçebileceğiniz köprülerden aynen geri döndünüz?

Zihin, dünyamızı şekillendiren, rakamlarla bile ifade edilemeyecek kadar sayısızca düşünce ve fikir üretir an ve an, ancak biz bunların bir kısmının farkındayızdır. Ve zihin, zamanı geldiğinde bu ürettikleri ile oynunu oynamaya başlar, atacağımız adımda kendini gösterebilmek için tüm hünerlerini ortaya koyar. Bu hünerler içinde beceri, doğru düşünme olduğu kadar güvensizlik, korkular, heyecanlar da vardır!

Bakın Madam Blavatsky adıyla da tanınan Teosofi Derneği'nin kurucusu Helena Petrovna Blavatsky, zihni nasıl tarif ediyor; “Zihin acımasız bir efendi, fakat sadık bir köledir.”

21 Aralık 2014 Pazar

Bilgi ve beceri karşısında diz çöken kaplan!


Hindistan'da Racalar yılın belli zamanlarında kaplan avına çıkarlar. Bu av, kaplanı öldürmek için değil, onu gücün ve söz sahibi olmanın simgesi olarak prenslere hediye etmek içindir. Oldukça zor bir iştir koskoca bir kaplanı ona zarar vermeden yakalayabilmek ama Racalar bunu büyük ustalıkla başarırlar.

Önce kaplanı belli bir yere çekmek için yem atarlar. Kaplan yemin olduğu yere geldiğinde  sakince yemi yemesini beklerler ve ardından sessizce, onu rahatsız etmeden ellerinde geniş bir beyaz çarşafla, çarşafın arkasında saklanıp, kaplanın etrafını çember şeklinde sararlar. Kaplan tam ortada kalır. Biraz sonra ellerindeki beyaz çarşaf ile yavaş yavaş kaplanın etrafındaki çemberi daraltmaya başlayıp, adım adım kaplana yaklaşırlar. Kaplan aslında  bir pençe darbesi ile karşısında bu anlam veremediği beyaz çemberi rahatlıkla altedebilecekken, sadece şaşkınlıkla etrafını seyreder. Çember iyice daraldığında önce beyaz çarşaf, ardından bir ağ kaplanın üzerine atılır ve kaplan tüm şaşkınlığı ile ne yapacağını bilemeden bu çarşaf ve ağ altında kalır, Racalara teslim olur. Ne kaplana bir zarar gelmiştir, ne de Racalara...

Doğadaki en vahşi ve en güçlü hayvanlardan biri olan kaplanın bu derece kolay ve tepkisiz teslim oluşu sizlere çok garip gelmiş olabilir. Kaplan aslında,  daha önce tanımadığı bir şeyin, beyaz bir çarşafın karşısındaki şaşkınlığının kurbanı olmuştur. Öyle bir şaşkınlık ki zihnini paralize etmiş ve hiç düşünemeden öylece kalakamış ve sonunda da kendini çarşaf ve ağın altında bulmuştur. Racalar ise, ulaşmak istedikleri şeyi, kaplanı, doğayı çok iyi tanımanın ve kendilerine duydukları özgüvenin avantajını kullanıp, rahatlıkla başarıya ulaşmışlardır.

Tıpkı hayatta karşılaştığı sorunlar karşında gerekli araştırmayı, analizi yapan, bilgi, beceri ve özgüveni ile hareket edebilenlerin her zaman başarıya ulaşıp, sadece elindekilerle yetinip, kendisini geliştirmeyen, hayatın akışının yeniliklerine açık olmayan, olaylara sadece kendi tarafından bakanların sürekli sorunlarla boğuşması ve bir sonuca ulaşamaması gibi. Her ne kadar çağımız insanı için başarı, ulaşılamaz tepenin en yüksek yerindeymiş gibi gözükse de aslında başarı başka bir yerde, başka birinde veya zamanda değildir!

Başarı aslında hep bizimledir ve sadece bizim onu fark etmenizi bekler.

Ve başarının en değerli anahtarı da hayata farklı ve geniş bakabilmekte gizlidir. 

2 Aralık 2014 Salı

Tüm sanatları biliriz ya peki yaşama sanatını?


"Birçok insan matematiğin yasalarını bilir ve güzel sanatların birçoğunda beceri sahibidir. Fakat çoğu insan yaşamı yöneten yasalarla, yaşama sanatı denilen o güç sanat hakkında az şey bilir. Bir insan uçak yapabilir ve onunla bütün dünyayı baştan başa dolaşabilir.

Fakat nasıl mutlu, başarılı ve memnun olunacağını öğrenirken, o basit sanatın, yaşama sanatının tamamıyla cahilidir. Sanatları öğrenirken listenin en başına yaşama sanatını koymayı sakın unutmayın!” diye sesleniyor Fransız yazar, filozof ve müzik teorisyeni Jean Jacques Rousseau...

Yaşama sanatı, sanatların belki de en zor icraa edileni ama bir de hakkı verilip yaşandığında en keyifli, en anlamlı, en güzel olanı da değil mi? Hayatımızdaki onca çeşitlilik, onca renklilik, varlık, onca imkan, titre rağmen aslında varolan herşey bu sanatın icraasına bağlı.

Yoksa çok iyi bir doktor, mühendis, yazar, ressam olmuşuz ama kendi yaşamımızı ince ince işleyemedikten sonra, anlam katamadıkdan sonra, yüreğimizde huzur ve mutluluğu hissetmedikten ve hissetirmedikten sonra bunca zenginliğin ne anlamı var! Var mı sizce?

Önerilen Popüler Yazılar