14 Ağustos 2014 Perşembe

Sahip olduklarımız değil, sahip olmadıklarımızdır bazen bizi birbirimize yakın kılan!


Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında.
Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini,  nasıl olup da bir ‘yabancı’yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek…

O kadar farklıdır ki kuşlar; ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.

Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. 

O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar…

O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan… 

Eksikliklerimizin birbirimizden kopmamıza sebep olduğu ya da öyle olması gerekirmiş gibi garip bir anlayışın kol gezdiği şu çağda, Mesnevi'de geçen bu hikaye aslında hepimizden bir şey barındırmıyor mu içinde? Siz de özlem duymadınız mı o kuşların koşulsuz sevgilerine hikayeyi dinlerken? O kuşlardan biri siz olmak istemediniz mi, etrafınızda onca koşullar ve kurallarla yaşayan insanları düşündüğünüzde?

Bakın etrafınıza; dost dediğiniz, gönül koyduklarınıza, ırak da olsalar asla unutamadıklarınıza; nice benzer acılar, neşeler, hüzünler, sevgiler getirmedi mi sizi zaten bir araya? Ortak yoksunluklar bir olup, kaldırmadı mı bu yoksunlukları hayatlarınızdan? Öyleyse karga ile leylek neden yaşamasın bir arada? Siz ne dersiniz; kimdir gerçek dost, nedir sevgi dolu gönülleri birbirine bağlayan?

Bülbül ile Gül’ün Aşkı...


Herhalde dünya tarihinde 14 Şubat  gününden daha fazla AŞK sözcüklerinin dillerden döküldüğü gün olmuyordur değil mi? Tabii sevginin dilden değil gönülden döküleni aslolan ama birşeyi ne kadar çok söylersen sen o olursun sözünü de unutmamak lazım. Sevgi, aşk deyince ilk akla gelen iki kişi arasındaki duygusal bağ olsa da insanı, hayatı anlatan nice hikayelerde aşk başka betimlemelerle de anlatılmıştır. Ve Aşk, tıpkı bu hikayelerdeki betimelerdeki gibi sadece insanlar arasında yaşanan bir duygu alışverişi değil, varolan herşeyin özünde ve herşeyden herşeye akan, yaradılışın özünü ve gterçekliğini kuran bir evrensel bir duygu...Tıpkı hikayelerde bol bol duyduğumuz ünlü “”Gül ile Bülbül’ün” aşkı gibi. 

Bir zamanlar bülbüller şarkılarını yalnız ağaçlar için söylerlermiş. Yeryüzünün süsü olan çiçeklere şarkı söylemek akıllarına hiç gelmezmiş. Çiçeklerse bu duruma çok üzülürlermiş: Ah... Ah. Şu güzel sesli, hoş nefesli bülbüller, bir güncük de olsa bizim için şarkı söyleseler ne olur sanki! diye yakınır dururlarmış. Bülbül bir gün bir çiçek bahçesinden geçerken, çiçekler şarkı söylemesi için bülbüle yalvarmışlar. "Sesini çok seviyoruz!" lütfen bizlere de şarkı söyle. Binlerce çiçeğe binlerce defa kim şarkı söyleyebilir ki... Bülbül; - “Yarın sabah, erkenden gelirim. İçinizden en çok hanginizi beğenirsem onun için en güzel şarkılarımı söylerim...” demiş ve uçup gitmiş.

Bülbül gidince kıskançlık bu ya, herkes kendinin daha güzel olduğunu iddia etmeye başlamış. Sümbül:-“ İçinizde en güzel benim, bülbül güzel şarkılarını benim için söyleyecek!” derken Menekşe bu sözlere çok içerlemiş. - “Şaka mı yapıyorsun sen? Benden daha güzel olduğunu nasıl söyleyebilirsin! Şu güzelliğime bir bak, şu asaletime, renklerime! Bülbül tabii ki şarkısını benim için söyleyecektir...” demiş. Ardından, papatya, kırmızı lale, mavi küçük mine, zambak, çiğdem derken çiçeklerin hepsi başlamış tartışmaya, Gece geç vakte kadar sürmüş bu tartışma. Gül ise bir köşede durup hiç karışmamış bu sözlere. Ağız kavgası yapmamış, diğerleriyle. Yatma vakti geldiğinde arkadaşlarına:"iyi geceler!" deyip uyumuş bir güzelce. Sabah kalkmış, bakmış arkadaşları horul horul uyuyor. 

Onları rahatsız etmemiş ve bülbülü beklemeye başlamış. Bülbül gelmeden bütün çiçekler uyanmış, ama hepsinin gözünden uyku akıyormuş. Hepsi yorgunmuş, birbirilerini kıskanmaktan yüzleri, renkleri solmuş, güzel kokuları adeta kokmaz olmuş. Gül ise sessizce ve sabırla beklediği için bütün güzelliği, aynı tazeliği ve büyüleyen kokusu ile göz kamaştırıyormuş.Bülbül gelmiş, çiçekleri selamlamış, aralarında tek tek dolaşmış. Her çiçekte bir kusur bulmuş, ama güle geldiğinde onun asaleti, güzelliği karşında hayran kalmış, adeta mest olmuş. Bütün çiçekler bülbüle, bülbül ise yalnızca güle aşık olmuş. Ve en güzel şarkısını onun için söylemeye başlamış.

İşte o günden bugüne, bülbül gülü her sabah gün doğmadan en güzel şarkıları ile uyandırırmış ve aralarında hiç bitmek bilmeyen sonsuz bir aşk her sabah yeniden yeniden ve yeniden doğar her gün daha da büyürmüş.

Nasıl, günümüz hırçın, çalkantılı, içi bol hediyeli, aldatmaca dolu aşk hikayelerine hiç benzemiyor değil mi? Belki de bu nedenle “ilahi bir aşk” deniyor bülbül ile gülün aşkına, ilham oluyor bütün güzel anlamlı, derin, insana yol gösteren mısralara, değil mi?

7 Ağustos 2014 Perşembe

Sadece Zaman, AŞK'ın ne kadar değerli olduğunu anlayabilir


Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:

Mutluluk, AŞK, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri hep birlikte bu adada yaşarlarmış. Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. 

AŞK, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş, kopamamış Aşık olduğu adadan. Ada’nın batmasına çok az kalmışken, AŞK da yardım istemeye karar vermiş. O sırada Zenginlik, kendi büyük sandalı ile geçmekteymiş. 

AŞK zenginliğe seslenmiş, "Ada batmak üzere bana sandal kalmadı, beni de yanına alır mısın?". Zenginlik yanıtlamış "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok."

AŞK, bu sırada geçen çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş; "Kibir, lütfen bana yardım edermisin, beni de alır mısın yanına!". "Sana yardım edemem, AŞK. 

Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir. Üzüntü yakınlardaymış ve AŞK bu sefer ondan yardım istemiş: "Ada batmak üzere, seninle gelebilir miyim?" 

Üzüntü; "Offf ya AŞK, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var, seni alamayacağım." diye yanıtlamış. Mutluluk da AŞK'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki AŞK'ın çağrısını duymamış bile. 

Adanın batmasına çok az bir zaman kala AŞK, birden bir ses duymuş. "Benimle gelebilirsin AŞK!" Bu, AŞK'ın tanımadığı daha yaşlıca birisiymiş. Onca red cevabından sonra AŞK o kadar mutlu olmuşki, o kadar heyacanlanmış ki onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi bile akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında AŞK'a yardım eden, onu orada indirip “benim yolum çoooook uzun” deyip vedalaşıp, yoluna devam etmiş. 

Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden AŞK,  aynı adada gördüğü Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi, tanıyor musun?" "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi. "Zaman mı? Peki herkes benim yardım talebimi red ederken, kendi derdinde iken zaman bana neden yardım etti acaba?" 

Bilgi gülümseyerek yanıt vermiş; "Çünkü sadece Zaman AŞK'ın ne kadar değerli olduğunu anlayabilir"

Önerilen Popüler Yazılar